22 Mayıs 2011 Pazar

FİNAL HABERİ : BATI TOROSLARIN ÇOBAN MÜZİĞİ

Denizli'nin ücra köşelerinden zirveye yükselen bir başarı öyküsüdür. Alanı üzerine herhangi bir ihtisas yapmadan sadece isteyerek ve azmederek adını tarihe geçirebilmenin öyküsü. Bu yolculuk çobanlıkla başlar yanık türkülerin sahibi olmakla devam eder. Dünyada başka hiçbir yerde olmayan üç telli saz ve sipsi enstrümanıyla adım adım ilerler. Belgesellere konu edinerek onurlandırılır ve Unesco tarafından yaşayan efsane sıfatıyla taçlandırırlır.Sadece soyadının değil,yaptıklarının ve dile getirdiklerinin de "dev"lere yakışır nitelikte olduğunu okurken sizde hissedeceksiniz.

  


            
Bir Dev’in Yaşam Öyküsü Soyadına Yakışır Bir Hayat

Hayri Dev 1933’te Denizli, Çameli ilçesinin Gökçeyaka köyünde (eski adı Masıt köyü) doğdu. Hiç okula gitmedi. Okuma yazmayı okula giden bir arkadaşından öğrendi. Çok küçük yaşlarda ailenin en önemli mal varlığı olan birkaç keçinin çobanlığını yapmaya başladı. Fakat onun gönlü dağlarda sipsiyle, düğünlerde dinlediği üç telli sazdaydı. Cura denilen üç telli çalgıyı da o yıllarda öğrenip, türkü söylemeye başladı. Hayri amca çobanlıktan müziğe doğru olan yolculuğunu şöyle anlatıyor: “Müziğe başlama sebeplerim amcam, dayım, dedemdir. Ama çobanlık yapıyorduk. Eskiden çobanlık yapılırdı. Ben müziği büyüklerimden öğrendim. Biz Karamandan gelme yörükleriz. Bizim müzikler Karaman Kırığı diye geçiyor. Karaman Kırığı Romalılardan evveliymiş. Dedelerimizden buyana o kadar gelişmiş ki amcalarımız, dayılarımız çalardı. Onlardan dinleye dinleye öğrenmişiz. Birde bir de oyun başı ve dikmen başı vardır. Herkes söz verir. Söz verdimi oyun alanına giderler. Herkes orada toplanır. Söz verdiysen gelemediysen, gelmeyenin evine ayna tutarlar. Önceden telefon falan mı var. Ayna tutarlardı. İlla gelinecek.”
           
            Çobanlıktan Müzisyenliğe Geçiş

 Hayri Dev geçimini kemancı bir arkadaşı ve oğlu Zaferle yaptığı orkestrayla, düğünlerde kazandıkları üç beş kuruşla geçimlerini sağlıyorlardı. Onu Hayri Dev yapan kendi yazıp söylediği türkülerdi. Yaşadığı köyün eski ismini taşıyan Masıt Kırığı denilen dokuz sekizlik mahalli ezgileri çalıp söyleyen bir usta oldu. “Saz çalmama kızan babam beni çoban yaptı.” diyen Hayri Dev hikayesinin başını anlatıyor: “Çocukluk ve gençlik yıllarımda babam dini bütün bir adam olduğundan benim saz çalıp, türküler söylememe çok kızardı. Hatta bu nedenle çoban oldum ben. Babam baktı beni bu meraktan vazgeçiremeyecek ‘ne halin varsa gör’ dedi ve çobanlık yapmak üzere dağlara gönderdi. Burada kendi halimde yıllarca çalıp söyledim. Bu merakım yüzünden çok sürü kaybetmişliğim vardır. Bu yüzden çobanlık yaparken, benim Ramazan diye yardımcım vardı. Üç telliyi çalarken koyunları toplasın diye ‘Ramazan bak oğlum bir koyun kaldı’ derdim. Bana böyle yardım ederdi ” diyor. Halada türkülerinde bu uyarıyı yapıyor Hayri Dev.      
            Ardından yaşadığı şaşkınlığın bir ifadesi olarak şu sözler dökülüyor ağzından: “Babamın yasakladığı, hatta cezalandırdığı müzik merakım bir gün beni bu günlere getireceğini hayal bile edemezdim.”
           
            Yanık Türkülerin İlham Kaynağı Birgül Hanım

Seksene yakın yaşına rağmen hala kendi imalatı olan üç telli curası ve çam dalından yine kendi imalatı belki de tek örnek olan sipsiyle yöresinin yani Masıt köyünün on beşi bulan oyun havalarını (Masıt Kırık Havaları) ve kendi türkülerini çalıp söyleyen bir sanatçıdır.
            Hayri Dev’e bu yanık türkülerin yaratıcısı olan, bu ilhamı veren gençlik aşkı Birgül hanımdır. Birgül hanımı çok istemesine rağmen ailesi onu başka biriyle evlendirmiştir ve ikisi erkek, üçü kız beş çocuğu olmuştur. Fakat unutamadığı aşkı Birgül hanım hakkında Hayri Dev şunları söylüyor: “Birgül’e aşık oldum. Bu üç telliyi de öyle öğrendim. Nasip olmadı işte. Ona besteler yaptım ama nasip olmadı. Başkasıyla evlendi.”  
           
            Hayat Değiştiren Misafir

Dağlarda çobanlık, kendi aralarında yarenlik(gece eğlenceleri) yaparak, köylerinde de düğünlere katılarak geçen yıllardan sonra 1992’de hayatını değiştirecek bir olay oldu. Çobanlık ve çalıp söylemeyle geçen yıllardan sonra 1992’de hayatını değiştiren, kendi deyimiyle gavur misafir yani Jerome Cler İspanya’da duyduğu bir bağlama sesinin büyüsüne kapılarak soluğu Çameli’nde almıştır. Dev Cler geldikten sonraki duygularını şöyle dile getiriyor: “ Avrupa’dan on beş kişi geldi. Belgesel olarak film çevircez dediler. Dağda çobanım ben dedim. Anlamam öyle şeylerden dedim. Ne filmi ya dedim. ‘Dayı sen yürü biz hallederiz dediler’. Akşamüstü yarenlik yapıp dururduk. Işığı ona göre ayarlamışlar. Belgeseli çekecek olanlar orayı ona göre ayarlamışlar. Oynaşıp dururduk. Oynaşıp dururduk. Ona göre ayarlamışlar ortamı. Sabah oldu bizim yarenlikte bitti. Ondan sonra arkadaşın biri avukata anlaşma yazdırdı. Bir türkü çıkardık. Türkü çıkardık bu bitmedi dediler. Bu akşama öğrenilecek, akşama söylenecek. Akşama öğrenirdik. Akşamüstü de yarenlik olurdu.”
 Fransız araştırmacı Cler Dev’le tanışıktan sonra on beş kişilik bir ekiple tekrar Hayri Dev’in köyüne gelir. Dev’in hayatını “Ormanlar Arkası” belgesel filmi eşi Gulya Mirzoeva ile birlikte çeker. Böylece üç yüz elli sayfalık tezle Sorbonne Üniversitesi’nin etimoloji doçentleri arasına katılır. Cler bu tarihten sonra Dev’e Avrupa’nın kapılarını aralar. Hayri Dev’de oradan kazandığı parayla şu anki yaşadığı evini yaptırmıştır. Bu konuya ek olarak Hayri Dev sözlerine şöyle devam ediyor: “Aradan zaman geçti ve bir gün Jerome yine geldi. Ama bu kez beni de götürmeye. İlk olarak Paris’e gittik ve konser verdik. Bunu başka Avrupa şehirleri takip etti. Oralara gittim. Bazen de öğrencilere ders verdim.”diyor.
            Bizim az tanıdığımız Hayri Dev defalarca Fransa, Belçika, Hollanda gibi ülkelerde konserler vermiş. Hala da kendisine bu ülkelerden konser için talepler geliyor.
            Jerome’yle tanıştıktan sonra hayatı değişen Dev böylece Türkiye’den önce Avrupa’nın tanıdığı bir sanatçı oldu. Fransız Kültür Merkezi’nde Dev ile ailesi, arkadaşları ve komşularının oynadığı uluslar arası ödüllü “Ormanlar Arkası” belgesel filmi sunulur ve izleyicilerden büyük alkış toplar. Filmin sonunda Hayri Dev sahneye gelir. Türkülerini canlı çalıp söyler. Hayri Dev bundan sonrada böylelikle Türkiye’de de adını duyurmaya başlar. Fransız Jerome’yle başlayan dostluğu ve hayatına kattığı değerlerle iki dost olurlar. Türkiye’ye geldiğinde Hayri Dev’in gavur misafiri olurlar.

Üç Telli Bağlama ve Sipsi

Dünyada başka bir yerde yok. Sadece Fethiye ve yöresinde kullanılan sazdır. Alt telleri birbirine yakındır. Böylelikle orta tele basıldığı zaman alt tele de basılır. Hayri Dev ise “ Kendi imalatımız olan, bu sazı yapan ben ve birkaç kişi dışında yok artık. Biz telleri önceden at kuyruğundan yapardık. O şekilde çalardık. Şimdi saz teliyle yapılıyor.” diyor.
Sipsi ise nisan aylarından sonra çam ağacının yaş dallarından, parmak kalınlığında bir bölüm kesilip, dövülerek yapılır. Ucuna asma yaprağından dil eklenerek çalınır ve yaprak çürüdükçe yenilenir.
Dev bu sazın gençlerin elinde olmasını çok istese de, heveslerinin olmadığını, orga daha meraklı olduklarını, orgdan başka bildikleri bir şeyin olmadığını söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “ Küçümsüyorlar bu sazı. Gıy gıy diyorlar ah ahh. Orga yeniliyor üç telli sazımız. Şimdiki sazların zaten ciladan sesleri çıkmıyor.” diyerek üzüntüsünü dile getiriyor.

Yaşayan Efsane Adaylığı

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO)’nın adayı. Çameli’nin divası Hayri Dev üç telli bağlaması ile Unesco tarafından yaşayan insan hazineleri aday listesine kabul edildi. Unesco tarafından 2003 yılında kabul edilen, Türkiye’nin de 2006 yılında taraf olduğu “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi” kapsamında yedi sanatçı belirlendi ve isimleri yaşayan insan hazineleri uluslar arası listesine kabul edilmesi için Unesco’ya bildirildi. Hayri Dev’de üç telli sazıyla bu yedi kişiden biri olmayı başarmıştır. Unesco’da adaylığı olan, yaşayan efsane olarak görülen Hayri Dev duygularını ise şöyle sıraladı: “ Yurtdışından her sene buraya gelirler. Bir hafta kalırlar. Buranın havasına, çam havasına hayran kalırlar. Romalılardan kalmış yerleri görmek isterler. Gezerler. Ankara’dan da gelmek istiyorlarmış. Gelsinler bakalım ama gelmediler. Buradan da yeni yeni gelmeye başladılar beni görmeye.”  

Hayri Dev’e röportajımızın sonunda bundan sonra ne yapacağını sorduk. O da bir hatırasının kalmasını, torununun da kendisinden sonra bu geleneği devam ettirmesini istedi. Röportajı bitirmeden öncede eliyle gösterdiği hüneri, üflediği çam düdüğüyle gösterdi Hayri amca.

Hayri amca gizli kalmış hazinelerden sadece bir tanesi. Buna benzer keşfedilmeyi bekleyen kim bilir kaç gizli hazine var?



Ve Türküleri

İniverdim bayıra da
İniverdim bayıra da

Görmeye geldim
Görmeye geldim

Sevmeye geldim
Sevmeye geldim

İniverdim bayıra da
İniverdim bayıra da

Görmeye geldim
Görmeye geldim

Sevmeye geldim
Sevmeye geldim

Görmeye geldim
Görmeye geldim

Sevmeye geldim (tih…)

.  .  .

Akşamdan uyumadım
Uykuma doyamadım

Üzüm koydum sepete
Mehmet oğlan tepede
Mehmet oğlan dururken
Dolaş Osman tokada

Dam başında Dudu var
Dudu kızın adı var
Eğil bir yol öpeyim
Sende şeker tadı var

Tenekeler tıngırımasın
Köylülere duyulmasın

Ocak başı yarıldı
Köylü kızı Ali’ye darıldı
Darılırsa darılsın
Gelsin bana sarılsın

.  .  .

Birgül gitmiş yaylalara da
Birgül gitmiş yaylalara da
Çıntar getirmiş çıntar da
Çıntar getirmiş mantarda
Mantar getrmiş dağlarda
Lale getirmiş lale de
Lale getirmiş

Gülsüm gitmiş yaylalara da
Gülsüm gitmiş yaylalara da
Çıntar getirmiş çıntar da
Çıntar getirmiş mantarda
Mantar getrmiş dağlarda
Lale getirmiş lale de
Lale getirmiş

Çoban gitmiş yaylalara da
Çoban gitmiş yaylalara da
Çıntar getirmiş çıntar da
Çıntar getirmiş mantarda
Mantar getrmiş dağlarda
Sümbül getirmiş sümbülde
Sümbül getirmiş                             

.  .  .

            Ah aman kabağın dibindeki koyunları mı getirdin
A kız koyunları mı getirdin

Gülsüm kabağın dibinde, Ramazan bak oğlum bir koyun kaldı.

Ah aman kabağın yanına katmer torbası mı astın
A kız katmer torbası mı astın

Ah aman içindeki katmeri kınalı ellerle mi yedin
A kız kınalı ellerle mi yedin
Amanın dayanılmaz. Katmer kınalı ellerle mi yenir ya..

Gülsüm kabağın dibinde, Ramazan bak oğlum bir koyun kaldı.

Zülüfleri taramışta kenarına güller koymuş
Gülleri kokmaya geldim
Gülleri kokmaya geldim
Kenarına güller koymuş
Gülleri kokmaya geldim
Gülleri kokmaya geldim (tih.)

Oy çatının üstüne şişler koymuş şişler de
İşlesin diye geldim, işlesin diye geldim
Kenarına şişler koymuş
İşlesin diye geldim, işlesin diye geldim(tih.)

Oy çatının üstüne şişler koymuş şişler de
İşlesin diye geldim, işlesin diye geldim

Ayakkabı da bunların
Ayakkabı da bunların
Terlikleri de bunların
Terlikleri de bunların

Aklıma da geldi de
Hoşuma da gitti de

Ayakkabı da bunların
Ayakkabı da bunların
Terlikleri de bunların

RENKLER HASTALIKLARIN HABERCİSİ


Uzmanlar,insan vücudunda görülen bazı renk değişimlerinin önemli hastalıkların habercisi olabileceğine dikkat çekiyor.Peki,hangi renkler,hangi hastalıkları haber veriyor?


Hastalıkların renkleri de olur mu demeyin… İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Nafiz Karagözoğlu birçok hastalığın kendisini renklerle belli ettiğini söylüyor. Karagözoğlu, vücudun hangi renklerde alarm verdiğini ise şöyle sıralıyor:
BEYAZ
Albinizm:
 Konjenital olarak melanin pigmentinin yokluğudur. Normalde derinin rengini veren farklı miktarlardaki melanin pigmentidir. Genetik olarak doğumdan itibaren melanin yoksa genel olarak beyaz renkli bir ten rengi olur. Saçlar, kaşlar kirpiklerde beyaz renklidir.
Piebaldism: Doğumsal olarak bedendeki sadece bazı bölgelerin de melanin pigmenti yokluğudur. Çeşitli büyüklüklerde ve bedenin çeşitli bölgelerinde beyaz lekeler şeklinde kendini gösteren bir hastalıktır.
Vitiligo: Önceden var olan melanin pigmenti, çeşitli nedenlerle daha sonra bölgesel olarak kaybolursa buna Vitiligo denir.
SARISarılık: Gerek mikropların neden olduğu gerekse çeşitli nedenlerle karaciğer ve safra kesesinden safra akışının engellendiği hastalıklarda cilt rengi artan bilirubin maddesi nedeniyle sarı bir renk alır.
TURUNCUSarılık: Sarılıkların bazı durumlarında turuncuya kaçan bir sarı renk görülebilir.
Karotenemi: Turuncu renkli gıdaların fazla miktarda tüketilmesiyle de cilt rengi turuncuya yakın bir renk olabilir.
YEŞİLVerdin İkter: Sarılık hastalığı sırasında bilirubin denilen madde belli bir düzeyin üstüne çıktığında, derinin rengi yeşilimsi bir görünüm alır. Buna yeşil sarılık denir.
KIRMIZI
Eritem:
 Aşırı sıcakta, fazla egzersiz sırasında, güneş yanığı ve ateş yükselmesinde, döküntülü ve iltihabi deri hastalıklarında deri rengi kırmızı olabilir.
Flushing: Belli bir bölgede olan aşırı kırmızılık. Yüzde ensede geçici yahut devamlı olarak görülebilir. Alkol alımı sonrası, bazı ilaçların yan etkisi olarak, cilt altı yağ dokusunun ince olduğu kişilerde heyecanlanma sırasında görülebilir.
KAHVERENGİAddison Hastalığı: Derini rengi kahverengi ya da koyu kahverengidir. Böbrek üstü bezlerinin bir hastalığıdır.
Böbrek yetmezliği: Deri rengi toprak rengine benzer kahverengi bir hal alır.
GRİ-BRONZ
Hemokromatozis:
 Aşırı demir ve melanin pigmentinin sebep olduğu, deriye metalik bir görünüm veren grimsi-bronz rengin görüldüğü bir hastalıktır.
SİYAHMelas ikter: Sarılıkta bilirubin düzeyinin aşırı artması sonrası siyahımsı sarılık olabilir.
MAVİ-MORKalp-Damar hastalıkları: Özellikle atardamar ve toplardamar kanının karışmasına neden olan hastalıklarda dil, dudak, parmak uçları, ayaklar gibi bedenin uç kısımları mavi-mor renk olur.
Hemoglobin Hastalıkları: Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin oksijeni taşıyan bölümüdür. Doğumsal veya edinsel bazı hastalıklarda, hemoglobinin oksijen taşıma kapasitesi azalır. Bu durumlarda siyanoz denilen bedenin mavi-mor renkli olması söz konusu olabilir.
Kalp Yetmezliği: Kalp yetersizliğinde dolaşım bozulduğunda, akciğerlerden oksijenlenmenin azaldığında bedenin rengi hastalığın ağırlık derecesine göre mavi-mor renk alabilir.
KOAH: Oksijenlenmenin bozulduğu hastalıklardan biri de uzun süren tıkayıcı akciğer hastalığıdır. u hastalıkta da ağırlık derecesine göre deri rengi değişebilir. Mavi-mora yakın bir hal alabilir.
Şok: Dolaşım bozulduğunda, tansiyon dediğimiz damar içi dolaşım basıncı yetersiz düzeye geldiğinde beden renginde maviden mor renk tonlarına kadar değişim olabilir.
Vazomotor Bozukluklar: Damar cevabının, yani damar kasılma ve gevşemesinin bozulduğu hastalıklarda da beden rengi mavi-mor renk alabilir.
Travmalar: Özellikle deri altı yağ dokusu ince, az, zayıf olan bölgeler darbeye maruz kaldığında damar yapılarının bozulması ve cilt altına kanaması sonrası bölgesel mor renk oluşabilir. Yumruk sonrası göz morarması gibi. Ve günlük hayatta mor renkle ilgili olarak en çok bilinen hastalıkta muhtemelen budur.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

ANNENİN BESLENMESİ BEBEĞİN ZEKASINI ETKİLİYOR


Anne adayının düzenli ve dengeli beslenmesi, bebeğin hem haftalarına uygun ağırlığa ulaşmasını hem de zeka gelişimini etkiliyor.


     Hamilelikte düzenli ve dengeli beslenme ve doğum sonrası bebeğin anne sütü ile beslenmesi, zekâ gelişimini genetik faktörlerin izin verdiği en üst düzeye çıkarıyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Ayşe Sokullu, hamilelik öncesi yetersiz ve dengesiz beslenmenin fetüs ve yenidoğan sağlığını olumsuz etkilediğini, hamilelikte doğru beslenmenin ise büyük önem taşıdığını belirtiyor. Dr. Sokullu, “Anne rahminde geçen dönem canlının en hızlı büyüme dönemidir. İki hücre ile başlayan hayatın 9 aylık dönem sonunda ortalama 3 kg’lık bir bebeğe dönüşmesini sağlayan büyüme hızı, hayatın başka hiçbir döneminde yaşanmayacaktır. Bu gelişim döneminde genetik faktörler kadar doğru beslenme de rol oynamaktadır. Bebeğin genetik olarak öngörülmüş potansiyeline ulaşabilmesi için uygun besin ortamını sağlamak gerekir” diyor.
     Dr. Ayşe Sokullu, zekânın çok faktörlü bir kavram olduğunu, yalnız beslenme, yalnız genetik ya da sadece çevresel etkilerden oluşmadığını da aktarıyor ve “Doğum sonrası bakım ve sevgi ortamı, emzirme, anne ve babanın bebeğe bağlılığı da zekânın gelişimini olumlu ya da olumsuz etkileyebilen faktörlerdir” diye konuşuyor.

6 Mayıs 2011 Cuma

ALERJİ MEVSİMİ BAŞLADI

İlkbahar aylarında artan polenler nedeniyle alerjik astım hastalarını uyaran uzmanlar, saman nezlesi olarak bilinen alerjik rinitin ise soğuk algınlığı ile karıştırılmaması gerektiğini belirtiyor.

Saman nezlesi, bahar alerjisi ya da yaz gribi olarak isimlendirilen alerjik rinit, kişilerin duyarlı oldukları alerjenler ile teması sonrası ortaya çıkan ve çok sayıda kişiyi etkileyen bir hastalık.
Ağırlıklı olarak burun iltihabı belirtilerinin bulunduğu hastaların önemli bir kısmında alerjik astım, konjonktivit ve deri hastalıkları da görülüyor. Alerjik rinitin başlıca belirtileri; burunda kaşıntı, tıkanıklık, akıntı, hapşırma, kuru öksürük ve boğaz kaşıntısı.
Başta polenler olmak üzere; küf mantarları, çeşitli gıdalar (yumurta, çilek, balık gibi), ev tozu, kedi ve köpek gibi hayvan tüyleri ve çeşitli kimyasallar da hastalığa neden olabiliyor. Alerjik riniti olan kişilerde sinüzit, kulak hastalıkları ve geniz eti gelişimi de sıklıkla görülüyor.
Alerjik astım tanısını koymanın testlerle artık çok kolay olduğunu belirten Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Levent Tabak, alerjik astımın, genetik olarak alerjiye yatkın olan kişilerin, duyarlı oldukları alerjene maruz kalmalarıyla geliştiğini söylüyor.
Alerjik astımın hava yollarının, mikrobik olmayan iltihabına bağlı gelişen aşırı bronş duyarlılığı olduğunu hatırlatan Prof. Tabak, “Bu kişiler, duyarlı oldukları alerjenler ile temas etmeleri sonucunda; kuru öksürük, nefes darlığı, hırıltı, hışıltı ve göğüste sıkışıklık hissi gibi şikâyetler duyabilmektedir. Bu şikâyetler tekrarlayan nöbetler halinde seyretmekte; şikâyetler geceleri ve sabaha karşı artmakta; alerjenden uzaklaşma ya da ilaç kullanımı sonrasında azalmakta ve hatta tamamen kaybolabilmektedir. Alerjik astım, bazı hastalarda yılın belli aylarında daha fazla görülmektedir” diyor.
Alerjik astımlı hastalarda en sık rastlanılan alerjilerin ev tozu (akar), ağaç ve çimen poleni, kedi-köpek tüyü, hamam böceği ve küf mantarı alerjileri olduğunu belirten Prof. Tabak, şu bilgileri veriyor: “Alerjik astımlı hastalarda çoğu kez tanı, iyi bir hikâye alınması ile konulabilmektedir. Kesin tanı konulabilmesi için kişinin alerjen ile karşılaşması sonrasında şikâyetlerin başlaması ve muayene bulgularının ortaya çıkması; alerjenden uzaklaşması sonrasında ise şikâyetlerin azalıp, kaybolması gerekmektedir. Muayene sırasında tanı, solunum fonksiyon ve çeşitli laboratuar testleri ile konulabilmektedir.

POLENLERDEN KORUNMAK İÇİN BUNLARI YAPIN

Doktorunuza danışarak uygun bir yöntem ile hangi polenin bünyenizde alerjiye yol açtığını belirleyin. Her bitki, yılın belli bir döneminde polen ürettiği için alerjik olduğunuz polene göre önceden koruyucu tedaviye başlayarak hazırlık yapabilirsiniz.
• Polen sayısının ılık, kuru ve güneşli günlerde artması; sabahları erken saatlerde ve yağmur sonrasında azalması nedeni ile özellikle polen miktarının fazla olduğu saatlerde, açık alanlarda olabildiğince az sürelerde kalınmalıdır. Çim polenine alerjisi olanlar, bahçe çimlerini kendileri biçmemelidir.
• Polenler ile kaplanma sonucu iç mekânlarda alerjiye neden olma riskine karşı; giysiler ve çamaşırlar yazın açık havada kurutulmamalıdır. Polen mevsiminde pencereler, kapalı tutulmalıdır.
• Eğer mümkün ise polen mevsiminde tatile çıkılmalı ve şikâyetleri tetikleyen polenlerin bulunmadığı, kıyıdaki esintiler vasıtası ile polen sayısının nispeten daha az olduğu deniz kıyısında yer alan bölgelere seyahat edilmelidir.
• Otomobil alma ya da değiştirme ihtiyacı gündeme geldiğinde; polen yakalayıcı hava filtreleri olan otomobiller tercih edilmelidir. Otomobillerinde polen filtresi olan kişiler de otomobillerinin bakımları esnasında polen filtrelerinin değiştirilmesine özen göstermelidir.
• Alerjisi olduğu halde çiçek yetiştirmekten vazgeçmek istemeyenler, böcekler vasıtası ile döllenen renkli süs bitkilerini; örneğin gülü tercih etmelidir. Bu tarz çiçeklerin polenleri, hava ile taşınamayacak kadar ağır olduğu için semptomlara yol açma olasılıkları daha düşüktür.

TANI İÇİN SOLUNUM FONKSİYON TESTİ

Spirometri cihazı ile solunum fonksiyonlarını ölçerek, çeşitli akciğer hastalıklarına tanı koymak mümkündür. Nefes darlığı, öksürük ve göğüste sıkışıklık hissi olan hastalarda bu şikâyetlerin, öncelikle akciğer hastalığına bağlı olup olmadığı araştırılmalıdır. Solunum fonksiyon testleri ile bu şikâyetlerin, akciğer hastalığına bağlı olup olmadığı büyük ölçüde anlaşılabilmektedir.
Solunum fonksiyon testleri ile önce hastanın akciğer fonksiyonları değerlendirilmekte; çıkan sonuca göre ilaç tedavisi uygulanmakta ve yeniden uygulanan solunum fonksiyon testlerinde düzelme gösterilmesi ile tanı konulabilmektedir. Solunum fonksiyonları normal olan kişilerde de bronş provokasyon testi ile yine astım hastalığı olup olmadığı belirlenebilmektedir.”

TÜRKİYE İNTERNETTE 'GÜLÜNÇ' ÜLKE

Türkiye, internet özgürlüğünde göze batan ülke haline gelmeye başladı. Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütüne göre, Türkiye'de internete uygulanan sansür 'gülünç' boyuta ulaşmış durumda.



Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) tarafından çok sayıda sözcüğün internet ortamında kullanımına getirilen yasağı protesto eden RSF, "yasak kararına gülelim mi ağlayalım mı tereddüt ediyoruz" cümlesiyle tepki gösterdi.

TİB yasağının internette ifade özgürlüğü açısından "yıkıcı sonuçları" olabileceğini belirten RSF, yasak kararının iptal edilmesi ve İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkındaki 5651 sayılı kanunda bu tür yasaklamaları mümkün kılan hükümlerin değiştirilmesi çağrısında bulundu. RSF, söz konusu yasanın özellikle 8 ve 9'uncu maddelerinin sorun oluşturduğunu savunuyor.
Paris merkezli RSF, yaklaşık 7 bin internet sitesinin bloke edildiği Türkiye'yi, "İnternet Düşmanları" listesinde "Gözetim Altındaki Ülkeler" bölümüne de aldı. Aynı listede Avustralya, Bahreyn, Belarus, Güney Kore, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Eritre, Fransa, Libya, Malezya, Rusya, Tayland, Sri Lanka, Tunus ve Venezuela yer alıyor.